ATATÜRK'ÜN
İLKELERİ
Akılcılık ve Bilimsellik
Atatürk'ün en büyük özelliklerinden biri de bilimsel ve
akılcı bir düşünceyi (rasyonalizm) Türk toplumunun bütün
alanlarına egemen kılmak çabasıdır. Daha önceki bölümlerde de
görüldüğü gibi, Atatürk insan aklına çok değer verirdi. "Akıl ve
mantıkta çözümlenemeyecek sorun yoktur" sözü O'nun bu konudaki
görüşünü en özlü biçimde açıklamaktadır.
Yüzlerce yıl koyu bir kadercilik anlayışı içinde yaşayan Türk
toplumunu yeniden canlandırmak, ancak akılcılığın her işte öncü
olmasını sağlamakla olurdu. Atatürk bu nedenle akıl yoluna
ağırlığı vermiş, her işin ölçüsü olarak aklı kullanmıştır.
Akılcılığın zorunlu sonucu bilimselliktir. Bilimler, akıl
yolu ile yapılan zihinsel çalışmalardan çıkar. Batıda akılcılık
başladıktan sonra, önce doğrudan doğruya akıl ilkeleri demek
olan matematik büyük bir gelişmeye kavuştu. Matematiği mekanik
izledi. Sonunda akıl ve deney yolu ile öteki bilimler hızla
ilerledi. Bundan da teknoloji doğdu.
Görülüyor
ki, akıl ve bilim her türlü gelişmenin kaynağıdır. Bunun için
Atatürk, "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir... Türk Milleti'nin
yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve
kafasında tuttuğu meşale müsbet ilimdir" demiştir.
Türk
milleti gerçekleri akıl ve bilim yolu ile değerlendirdikçe
ilerleyip gelişecektir. Ekonomik, kültür ve ahlâk alanında
gelişme buna bağlıdır. Unutulmamalıdır ki, ahlâk kuralları da
akıl yolu ile konulmuştur.
Çağdaşçılık Ve Batılılaşma
Akılı ve
bilimi kendine öncü yapan Atatürk çok gerçekçi idi. Madem ki
Türk milleti modernleşecek, yenileşecekti, o halde, yapılması
gereken şey, yaşanılan çağda en gelişmiş kurumlan hiç çekinmeden
benimsemekti. Çağdaş kurumlar Batı'da idi. Öyleyse Batı'ya
yönelmeliydi.
Atatürk bir Batı hayranı değildir. Uzun yıllar Batı'lı
devletlerle çarpışmış, onların emperyalist oyunlarını bozmak
için uğraşmış, bir büyük asker, kuşkusuz gözü kapalı bir Batı
taklitçisi olamazdı. Ama, ger?ekleri görmesini bilen Atatürk en
ileri kurumların Batı'da olduğunu görmezlikten gelemezdi. Bunun
için Batı'ya yöneldi. Çağdaş kurumlar söz gelişi Afrika'da
olsaydı elbet oraya yönelecekti. Şu sözleri ne kadar ilgi
çekicidir: "Memleketimizi modernleştirmek istiyoruz. Bütün
çalışmamız Türkiye'de modern yani Batı'lı bir hükümet vücuda
getirmektir. Uygarlığa girmeyi isteyip de Batı'ya yönetmeyen
millet hangisidir?". Özellikle son cümle çok dikkate değer ve
Atatürk'ün gerçekçiliğini bir kez daha kanıtlar. Batı'ya bizden
çok daha uzak olan Japonlar, Türkler'den önce Batı kurumlarını
olduğu gibi almış ve bugünkü durumlarına erişmişlerdir.
Atatürk,
Türk Milleti'nin tarihsel bir gerçeğini de çok özlü biçimde
açıklamıştır: "Türkler'in yüzlerce yıldan beri izlediği hareket
devamlı bir yön muhafaza etti. Biz her zaman Doğu'dan Batı'ya
yürüdük."
Öyle ise
Türk milliyetçiliği ruhu içinde cağdaşlaşılacaktır. Çağdaş
kurumlar Türk'ün elinde kendi kişiliğini kazanacaktır. Akıl ve
bilim yolunun buyruğu budur.
İnsanlık Ve İnsan Sevgisi
Atatürk
milliyetçiliğinin diğer milletler hakkına saygı duyduğunu
belirtmiştik. Bu konuda Atatürk şöyle söylemiştir: "Gerçi bize
milliyetçi derler, ama biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle
işbirliği eden bütün milletlere saygı ve ilgi gösteririz.
Onların milliyetçilerinin bütün gerçeklerini tanırız. Bizim
milliyetçiliğimiz herhalde bencilce ve mağrurca bir
milliyetçilik değildir".
Atatürk, böylece üstün bir milliyetçilik anlayışına
erişmiştir. O'na göre, "en uzakta saydığımız bir olayın, bize
bir gün dokunmayacağını bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini
bir vücud ve bir milleti bunun organı saymak gerekir. Bir
vücudun parmağının ucundaki acıdan bütün organlar etkilenir.
Dünyanın bir yerinde bir rahatsızlık varsa banane dememeliyiz.
Böyle bir rahatsızlıkla tıpkı kendi aramızda olmuş gibi
ilgilenmeliyiz."
Atatürk böylece bütün milletlerin bir arada ve işbirliği
içinde olmasını istemektedir. Bütün insanlar barış ve kardeşlik
içinde yaşamalıdırlar. "İnsanları mutlu edeceğim diye onları
birbirine boğazlatmak insanlık dışı ve son derece esefe değer
bir sistemdir. İnsanları mutlu edecek tek araç, onları birbirine
yaklaştırarak, onlara birbirini sevdirerek, karşılıklı maddi ve
manevi ihtiyaçlarını sağlamaya yarayan hareket ve enerjidir."
Atatürk, büyük insan topluluklarının her türlü dertlerinden
arındırılmalarını ister ve üstün bir görüşle bütün insanları
dünya vatandaşı olarak niteler. "Eğer sürekli bir barış
isteniyorsa, insan kütlelerinin durumlarını iyileştirecek
uluslararası tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın tümünün refahı,
açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları haset,
açgözlülük ve kinden uzaklaşacak biçimde eğitilmelidir".
İkinci
Dünya Savaşı'nın patlak vermek üzere olduğu bunalımlı günlerinde
Atatürk'ün görüşleri eşine az rastlanır bir insanlık sevgisini
dile getirmektedir. Aynı yıl Atatürk "Bütün dünya milletleri
aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşgullerdir"
diyerek, ırkçılara meydan okuyordu. O günlerde bütün insanları
dünya vatandaşı olarak niteleyen Atatürk, gerçek insan sevgisini
içtenlikle ve çok özlü biçimde belirtmiş sayılı önderlerden
biridir.
Milli Birlik Ve Beraberlik,
Ülke Bütünlüğü
Her
Türk'ün büyük bir dikkat ve titizlikle koruması gerekli Millî
Birlik ve Beraberlik ilkesi, Atatürk milliyetçiliğinin zorunlu
bir sonucudur. Bu görüş ve anlayışa göre, millet ülkesiyle
birlikte bölünmez bir bütündür. Herkesin bunu kabul etmesi ve
aynı idealleri gerçekleştirmek için birlikte hareket etmesi
gerekir.
Atatürk,
Türk milleti bir bütün haline gelmeden Kurtuluş Savaşı'nı
başlatmamıştı. Ancak bölücü, zedeleyici akımları ve
ayaklanmaları bastırdıktan sonra başarı yolları kendisine
açılmıştır. Atatürk konuşmalarında, sırası geldikçe, hem zaferin
hem de inkılâpların milli birlikle gerçekleştiğini belirtmiştir.
O, hiçbir zaman vatanı milletten ayrı düşünmemiştir.
Madem ki millet aynı ideale bağlı insanların oluşturduğu bir
birliktir, o halde insanların üzerinde yaşadığı vatan parçası da
bir bütündür, kutsaldır. Bölünemez, parçalanamaz. Bunun aksini
düşünmek milliyetçiliği inkâr etmek olur. Milliyetçilik inkâr
edilecek olursa Türk varlığı da sona ermiş olur.
Atatürk
her bakımdan birleştirici bir insandı. Çeşitli görüşlere sahip
insanları ortak bir amaç uğrunda birleştirdi. O'nun bu yeteneği
Türk Milleti'nin birlik sevgisinden kaynaklanıyordu. Bu sevginin
sürdürülmesi geleceğimizin en büyük güvencesidir.
Milli Egemenlik
Egemenliğin, yani devleti kuran, yöneten en üstün gücün,
kişilere veya belli zümrelere değil, doğrudan doğruya millete
ait olması, cumhuriyetçilik ilkesini bütünler.
Cumhuriyetçilik bahsinde görüldüğü gibi aristokratik veya
oligarşik cumhuriyetler de vardır. Ama gerçek cumhuriyet
egemenliğin millete ait olduğu cumhuriyettir. Atatürk, TBMM'nin
toplanmaya başladığı ilk günden başlayarak sırası geldikçe bütün
gücün millette olduğunu belirtmiştir. O'na göre, "millet her
türlü isteğini yerine getirme gücüne sahiptir. Millet
girişimlerinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet yoktur."
Atatürk'ün
hem vatanın kurtuluşunu, hem de inkılâpları doğrudan doğruya
milleti temsil eden TBMM kanalıyla gerçekleştirdiğini biliyoruz.
Çünkü O, millet iradesinin üstünde bir güç olabileceğini
kesinlikle kabul etmemiştir.
Türkiye
Cumhuriyeti, Türk Milleti'nin egemenliğini kendi eliyle
kullanmasından doğup gelişmiştir. Egemenliği milletinin elinden
almak artık düşünülemez.
Özgürlük Ve Bağımsızlık
"Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir" diyen Atatürk,
yeni devletin kurulmasında bu düşüncesinden güç almıştır.
Özgürlük,
hem devlet hem de vatandaşlar için söz konusudur. Devletin
özgürlüğü, bağımsızlığı demektir. Bağımsız olmak, başka bir
devletin güdümüne girmemek, diğer devletlerle birlikte oluşan
topluluklarda, milli çakarların gerektirdiği biçimde
davranabilmektir.
Kurtuluş Savaşı, Türk milletinin yok olan özgürlük ve
bağımsızlığını yeniden kazanabilmesi için yapılan bir savaştır.
Osmanlı Devleti son zamanlarında serbestçe hareket etme
özgürlüğünü yitirmişti. Nihayet devlet parçalandı ve sona erdi.
Kurtuluş Savaşı'nın sonunda da Türk milleti yeniden özgürlüğüne
ve bağımsızlığına kavuştu. Özgür ve bağımsız olmayan bir devlet
dilediği biçimde hareket edemez. Atatürk bağımsızlığımıza
sürdürmekte çok dikkatli ve ciddi davranmıştır. Türkiye
Cumhuriyeti O'nun zamanında en saygın devletlerden biri oldu.
Büyük devletler bile gerekirse, Ankara'daki Mustafa Kemal'e
danışmanın zorunlu olduğunu kabul etmişlerdir. Bu özgürlük ve
bağımsızlıktır ki, Türk Devleti'nin rahatça gelişmesini,
serpilmesini ve inkılâpların yapılmasını sağlamıştır.
Gerek
cumhuriyet gerek milliyetçilik ancak özgür ve bağımsız bir
devlette anlam kazanır. Bu sebeple, Türk Devleti'nin özgürlük ve
bağımsızlığı her türlü düşünce akımlarının üstünde olmalıdır.
Özgürlüğün ikinci çeşidi vatandaşlar için söz konusudur.
Cumhuriyet rejimleri aynı zamanda demokratik iseler, bu,
vatandaşın rahat ve Özgür yaşamasını sağlar. Demokrasinin temeli
budur. Cumhuriyet Türkiye'sinde vatandaşlar özgürlüğe
sahiptirler. Ancak şunu da unutmamalıdır ki, her bireyin
özgürlüğü diğer bireyin özgürlüğü ile sınırlıdır. Sonsuz
özgürlük yoktur. Vatandaşlar birbirlerinin özgürlüklerine
saygılı oldukları sürece demokratik hayat sürer, aksi kargaşa
yaratır.
Atatürkçü
özgürlük, herkesin hakkına saygı gösteren bir anlayışı kendine
temel bir kural olarak alır.
Yurtta Sulh, Cihanda Sulh
Atatürk
bir asker olduğu halde mümkün olduğu kadar savaşın dışında
kalmak isterdi. Şu sözlerinin derin anlamı vardır: "Mutlaka şu
ve bu sebepler için, milleti savaşa sürüklemek taraftan değilim.
Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Gerçek kanaatim şudur:
Milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım,
öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa
girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa
savaş cinayettir".
Bu sözler, dahi bir askerin savaşın ne zaman yapılabileceğini
gösteren bir ölçüsüdür. Millet hayatı tehlikeye girmedikçe,
çıkarılan savaş savaş değil, cinayettir, öyleyse esas barıştır.
Savaşın bir millet için ne demek olduğunu ve neler getirdiğini
en acı ve açık biçimde gören, yaşayan Atatürk, büyük zaferin
kazanılmasından sonra hep barışçı bir siyaset izledi.
Yurtta barış, milli birlik ve beraberliğin sonucudur.
Vatandaşlar birbirlerini kırmadan, birbirlerinin hak ve
özgürlüklerine saygı duyarak yaşamalıdırlar. Bu memlekette
esenliği sağlar ve aslında gelişmenin, kalkınmanın ve
demokrasinin de en önemli şartlarındandır.
Cihanda barış ise, devletlerin aralarındaki çekişmeleri,
çeşitli anlaşmazlıkları görüşerek, anlaşarak çözümlemeleridir,
insanlık ideali ancak böyle gerçekleşebilir. Devletlerarası
savaşlar sadece acı, kan, gözyaşı ve felâketler getirir,
kazananlar da pek çok şeylerini yitirmiş olurlar, öyleyse ancak
ve ancak son çare olarak savaşa gidilmelidir. Esas olan savaş
değil, barıştır. Atatürk Lozan Antlaşmasından sonra pek çok
sorunu barış yolu ile çözümlemiştir.
"Barış yolunda nereden bir çağrı geliyorsa Türkiye onu can
atarak karşıladı ve yardımını esirgemedi" diyen Atatürk'ün bu
tutumu, Türkiye'nin dış siyasetinin temel düşüncelerinden biri
oldu. |